Neler vardı elimde, neler var olmuştu dünya üzerinde… Bir ben, bir dünya mı vardık, yoksa herkes bize mi bakıyordu sadece? Bir ömrün farkındalık ışığını yakalayıp ve o anda o ışık her yeri aydınlatacakken sadece kendini aydınlattığı için gözlerinin kör olmasından başka bir şey değil miydi acaba benim göremediğim? Aslında hiç de bir daha görmek istemediğim ama zorla göstermeye çalıştığım kendime…
Birden her yer aydınlanıvermişti, renkler daha bir belirginleşmişti… Gece de görebiliyordum renkleri. Herkesin bir gökkuşağı fantezisi vardır ve bu fantezinin altında gizlidir yatan altınlar ya da cennetin var olduğu sanılan yer. Ve ben o yere teğet geçmek üzereyken yakaladım o gökkuşağı fantezisinin ahkamsızlığını. Bu tablo çizilirken her tarafa sıçramış boyalardan biri gelmişti suratıma. Aynasızlık canımı sıkmıştı ilk defa, kendimi görememek. Tablonun içinde gökkuşağının neresindeydim? Aynam bile olsa bunu göremeyecektim. Ne kadar sınırlıydım, suratımın ne renk olduğunu bile seçemeyecek ve bilemeyecek kadar acizdim ki ben daha fazlasını isteyip tabloyu görmek istiyordum. “izleyen” tarafından “izlenen”dim. Görebildiğim aslında her renkti ve aslında o renklerin ne olduğunu bilememekti.
Kenan Evren’in Picasso sergisini gezdikten sonra gazetecilere: “ne var ki bunda ben de yapabilirim.”demesi gibi mi davranıyorum acaba? Yok, ben onun kadar “yetenekli” değilim sanırım. Yeteneksizliğim de o görebildiğim renklerin belirsizliğinden mi geliyor? Renklerin belirsiz olması ya da net olmasını sağlayan ben oldum evet bunu farkına vararak ya da varmayarak yaptım.
Sonuçta ortada varsaydığım bir tablo, bir ben, bir gökkuşağı ve bir de olmayan ayna vardı. Başta benimle beraber olan dünyayı sığdıramamış ya da konduramamıştım tabloya. Çok büyük olduğundan ya da gözümde büyüttüğümden olsa gerek. Yuvarlak tablonun tam ortasındaydım ve tabloyu dünyalaştırmıştım. Kare istiyordum çerçeveyi ama olmadı:
“kareyi yuvarlayamam değil mi?”
diye düşündüm ve en azından Tanrı’nın daha akıllıca bir iş yaptığına tekrardan varsaydım! Yine mi çalıntı yaşamaya başlayacaktım? Hem kirli hem çalıntı hem de ayna olmayan bir tabloda mı? En azından yuvarlaktı, yerleri değişebilirdi ben hareket ettiğimde.
Şimdi bir fırça ve kirletmek için hazırlanmış boyalar istiyorum elime, bir tane de size… En baştan hikayemin kapağına koymak için bir dünya yaratacağım, kare bir dünya olacak bu, (tanrı her zaman da haklı değildir değil mi?) İçine sinmiş olan kirli renkli gökkuşağını sileceğim en başta, kendimi kondurup kondurmamakta kararsızım diyemem. Ben olmak istiyorum sanırım burada, benim dünyam olacak çünkü bu… İlkokulda bir resim çizmiştim ve çok güzel bir resimdi bana göre, her ne kadar resmim çok kötü olsa da, bu resmin hafızamda kalması, onu güzel-en azından benim için- yaptığımın göstergesidir diye düşünmekteyim. Aynı o resmi çizmek istiyorum :
“Hmm… Çok klasik bir tablo olmuş, aynı zamanda da çok klişe: kuşlar, böcekler, ağaçlar, her tarafta çiçekler, pembe panjuru olmasa da minik ve sevimli bir ev, bir de kadın göğsünün çatalına benzeyen iki dağ arasından fırlayan turuncu bir güneş ve tabii ki çiçek toplayan bir kız. Kızın çiçek toplarken eğilmesini bile verememiş ressam di mi üstat?”
“Sen Marx’ın en büyük hayalinin ne olduğunu biliyor musun? Sakin bir sahil kasabasında ufak ve sade bir deniz kıyısı kulübesinde yaşamak ve balık tutmak. Çiçek toplarken ya da balık tutarken eğilmene hiç gerek yok ya da hiçbir eylemi yaparken bir şey yapmana gerek yok, o zaten oluyordur.”
Ve tablomu çizdim. İçine sığdırabildiğim kadar çiçekler, kuşlar, denizler, okyanuslar, esintiler, yok oluşlar koydum ve o “üstadın arkadaşının” hiç hazzetmediği ve eleştirdiği ne varsa onların hepsini koymuştum… Sığdırabildiğim ne kadar şey varsa sığdırdım benim kare dünyama, kare ama uçları ve kenarları açık dünyama… gökkuşağı yoktu ama ayna vardı…her zaman ihtiyaç duyduğumuzu sandığımız bir yanılsama yaratan ve asıl gerçeği içinde barındıran bir ayna da koymuştum. Bilindiği üzere aynanın arkasındaki, aynayı var eden gölgeyi kaldırdığımızda ayna artık “nesne” yi göstermez. İşte ben bir tane de ondan koydum dünyama…gölgesini çıkarıp attım ki göremeyim.
Her şey tamam mıydı acaba? Bitirmeli miydim? Hiçbir şey unutmak istemiyordum, çünkü ıssız adaya düşsem yanıma alacağım olmayan üç şeylerin listesiydi bu Etrafıma bakınıyordum bir şey unutmamak için; o esnada yüzüme bir fırçanın değdiğini hissettim, sanırım ressam kulaklarımı çizmeye çalışıyordu…
Wednesday, November 15, 2006
Subscribe to:
Post Comments (Atom)
No comments:
Post a Comment